Sevdiğimiz insanları bir gün kaybedeceğimize dair duyduğumuz korku hem çok güçlü hem de çok insani bir duygu. Maalesef depremle beraber bazılarımız için bu korku gerçeğe dönüşürken bazılarımız için de yoğunluğunu artırarak daha fazla hissedilir oldu.
Kurduğumuz yakın ilişkilerimiz, sevdiğimiz insanlarla paylaştıklarımız ve bu anlamlı bağlar sonucu hissettiklerimiz, bunların sonsuza kadar sürmesini istememize ve tabii ki bütün sevdiklerimizi her türlü zarardan koruma güdümüze yol açıyor. Maalesef gerçek şu ki hayat içerisinde sadece ölümle değil, mesafeyle veya başka bazı faktörlerle sevdiğimiz insanları kaybedebiliyoruz. Bu yazımızda hiç kolay olmasa da sevdiğimiz insanları tamamen kaybetme korkusuna değinmek istiyoruz.
Bu kaybetme korkusu bazı zamanlarda oldukça zorlayıcı olabiliyor ve derin bir hüzün, kaygı ve hatta yalnızlık duygusu hissetmemize yol açabiliyor. Bazen çarpıntı, terleme, nefes almakta zorlanma hissi gibi fiziksel semptomları da tetikleyen bu korku, uyku ve yemek düzenimizi de bozabiliyor. Hatta kimi zaman gündelik hayatımızı da etkileyerek ilişkilerimizden keyif almamıza engel oluyor.
Elbette bu korkunun ne seviyede olabileceğini bazı faktörler etkiliyor. Örneğin, şiddetli bir deprem deneyimi bu korkuyu artırabiliyor. Bu deneyimi bire bir biz yaşamasak bile aniden oluveren ve çok fazla insanın hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan böyle bir afet, hepimize bu ihtimalin varlığını hatırlatıyor. Daha önce bir kayıp yaşayıp yaşamamış olmamız da duyduğumuz korkunun derecesi üzerinde etkili oluyor. Sevdiğimiz insanlara duyduğumuz yakınlık ve onların içinde bulunduğu risk, ölüm kavramı hakkındaki düşüncelerimiz ve küçük yaşlarda ebeveynlerimizle kurduğumuz ilişki de bu korkunun seviyesini belirleyen diğer faktörler arasında sayılabiliyor.
Genel olarak, sevdiğimiz insanların risk altında olabileceğini ve hayati tehlike yaşama ihtimallerini düşünmek onları kaybetmekle ilgili endişelenmemize yol açıyor. Bu süreç herkes için farklı şekilde meydana gelebiliyor. Kimileri, sevdikleri tehlikedeyken donup tepkisiz kalabiliyor. Kimileriyse bu konuda çözüm bulmak için büyük uğraşlar içerisine girip her saniye o kişiyi düşünebiliyor. Tüm bu duyguların ve tepkilerin mantıklı bir açıklamasını yapmak yerine onları olduğu gibi kabul etmek gerekiyor. Sevdiğimiz kişiyi kaybetmek istemiyor olmamız, yaşadığı acı deneyime üzülmemiz, bundan sonra onsuz hayatın nasıl olacağı konusunda kaygılanmamız oldukça doğal.
Çok fazla insanı etkileyen deprem gibi felaketlerde birçoğumuz ya kendi tanıdıklarımız arasından sevdiklerimizi kaybettik ya da sevdiğimiz insanların kendi yakınlarını kaybetmiş olmalarına şahit olduk. Hepimiz çok üzgünüz. Tanıdığımız, tanımadığımız birçok insanın böyle bir tecrübenin içinde olmasından dolayı kendimizi çok kötü hissediyoruz. Bu konuda ortak duyguları paylaşıyoruz. Bu sebeple etrafımızdaki kişilerle korkumuzu, üzüntümüzü, endişemizi paylaşmamız; aslında genel olarak olumsuz duygularımızı ifade etmeye alan açmamız yaşanan bu travmanın daha etkili bir şekilde işlenmesini ve üzerimizde daha az olumsuz etki bırakmasını sağlıyor.
Bu tarz duygusal olarak yoğun dönemlerde birçoğumuz hayatta sahip olduğumuza inandığımız kontrolü elimizden kaybetmiş gibi hissedebiliyoruz. Bu da çaresizlik ve umutsuzluk hislerimizi tetikleyebiliyor. Maalesef, böyle dönemlerde çok şey yapmak istesek de kontrolümüz dışında olan birçok konu bulunuyor. Sevdiğimiz insanlara yardım etmek istesek de çeşitli sebeplerden ötürü edemeyebiliyoruz. Böyle bir durumda yapamadıklarımıza değil yapabildiklerimize odaklanmamız gerekiyor. Sevdiklerimiz bizden uzaktaysa ve biz onlara doğrudan erişemiyorsak bile onların kendilerini daha güvende hissetmeleri için destek sağlayabiliriz. Bunu onlarla konuşarak ve ihtiyaçlarını gidermeye çalışarak yapabilmemiz mümkün.
Bu tarz zor dönemlerde olumlu düşünmek imkansız gibi görünse de kendimizi olumsuz düşüncelerden uzaklaşma konusunda teşvik edebiliriz. Örneğin, kaybetmekten korktuğumuz yakınımızla geçirdiğimiz güzel günler için minnettarlık duyabiliriz. Bununla birlikte, rutinlerimize elimizden geldiğince sadık kalabilmemiz, yapabiliyorsak meditasyon yapmamız, imkanımız varsa yürüyüş yapmamız zihnimizdeki olumsuz düşünceleri biraz olsun dağıtmamıza yarayan yöntemler arasında sayılıyor.
Bu kaygıyla baş etmenin başka bir yöntemi ise hayatta olan sevdiklerimizle ilişkilerimizi güçlendirmek oluyor. Onlarla olan iletişimimizi iyileştirmemiz, birlikte geçirdiğimiz zamanlarda daha özenli davranmamız, onlara karşı hissettiğimiz sevgi ve takdiri daha açık ve sık ifade etmemiz bize de iyi geliyor. Bu sayede hem daha güvenli ilişkiler kuruyoruz hem de kendimizi bu kişilere daha da yakın hissediyoruz. Birlikte geçirdiğimiz güzel anlar çoğaldıkça ve biz elimizden geldiğince o anda kaldıkça hem minnettarlık duygumuz artıyor hem de onların zihnimizdeki yerlerini güçlendirebiliyoruz.
Yakın ilişkiler kurmanın en önemli ikilemlerinden biri de sevdiğimiz ve yakın olduğumuz insanları bir gün kaybedebileceğimiz ihtimalini içselleştirmemiz gerekmesi. Bu yüzden de maalesef kendimize hayatın içinde yaşamak kadar ölüme de yer olduğunu hatırlatmamız gerekiyor. Onları kaybedebileceğimize dair duyduğumuz kaygı bir yere kadar doğal bir deneyim olsa da günlük hayatımız bu durumdan etkileniyorsa ve bu kaygıyı yatıştırmak elimizden gelmiyorsa bu konuda bir uzmandan destek almayı değerlendirmemiz anlamlı oluyor. Bu sayede yaşadığımız olumsuz duygularla daha iyi baş etme becerileri geliştirerek duygularımızı daha iyi yönetebiliyoruz.